Ertuğrul Özkök: Dün İmamoğlu konuşurken önüme gelen anket ve bir cümle ne diyor
“`html
İmamoğlu’nu Dinlerken Gelen Anket Sonuçları Üzerine Düşünceler
Geçtiğimiz sabah, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun konuşmalarını dinlerken, önümde Panaroma şirketinin ocak ayı anket sonuçları belirdi.
Bende oluşan ilk soru ise şu oldu:
Suriye’deki Esad yönetiminin çöküşü ile Öcalan için af sunulmasının, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin oylarını artırıp artırmadığıydı.
Zira, aralık ayı verilerine göre AKP, rakiplerinden üç puan öndeydi.
Bu gelen anket, aradığım cevabı barındırıyordu. Ancak, İmamoğlu o kadar çarpıcı noktaları ele alıyordu ki, anketi bir kenara bırakıp onu dinlemeye devam ettim.
Anketteki detayları paylaşmadan önce, daha önemli bir konudan başlamayı tercih ediyorum.
Bu bağlamda, bir gün öncesine gidiyorum.
Gazi Meclis’in Başkanı, Ortak Toplantı İlan Etmeli
Pazar akşamı Fenerbahçe maçının sona ermesinin ardından, yarım kalan bir dizinin 8. ve final bölümünü izlemeye koyuldum.
O bölümde öyle bir sahneye denk geldim ki, izlerken durup yeniden geri almak zorunda kaldım.
O an içimden yükselen bir ses, tıpkı haykırıyordu:
“Gazi Meclis’in değerli başkanı Numan Kurtulmuş,
Hadi, tüm partileri ortak bir oturuma davet et.”
İktidarın kontrolündeki televizyon kanallarını, bu toplantıyı canlı yayınlamaları için harekete geçirmelisiniz.
Ve birlikte “Yüzyıllık Yalnızlık” dizisinin o son sahnesini, yan yana izleyin.
Sonra bu sahneyi, halk önünde tarihi bir tartışmaya dönüştürün.
Milletin sesine kulak verin.
Netflix, Ortak Düşmanımızı Açıklıyor
Bunun neden bu kadar acil ve önemli olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Çünkü o bölümde öyle bir cümle geçiyor ki…
O cümle, TBMM çatısı altında oturan tüm temsilcileri ve onları seçen bizleri doğrudan etkileyen bir sorunu gündeme getiriyor.
Herkesin ortak düşmanı; yani AKPlilerin, CHPlilerin, MHPlilerin, DEVAlıların ve diğer partilerin, onlara oy veren hepimizin ortak düşmanı.
TBMM’de böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceğini biliyorum.
Yazı işte burada benim görevime kalıyor.
Dün İmamoğlu’nu Dinlerken Dizideki Cümleyi Hatırladım
Ertesi sabah, konuyu unutsam da, İmamoğlu basın toplantısında “Torbanın içindeki asıl nedir?” sorusunu sorduğunda, dizideki o cümle aniden aklıma geldi.
Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir özelliği var ki, onu siyasetteki en büyük avantajı yapıyor; açık, net ve ikna edici bir hitabet yeteneği bulunuyor.
İmamoğlu da benzer bir yeteneğe sahip!
O kadar ikna edici ve herkesin anlayabileceği bir dille anlatıyor ki… Sonuç olarak, kendime diyorum ki:
Madem TBMM bu konuşmayı gerçekleştirmeyecek, ben de o son sahneyi ve cümleyi ifade edeyim.
Yani, hepimizin ortak muhalefeti.
Şimdi o sahneyi sizlere aktaracağım.
İktidarda Güçlü Bir Muhafazakâr, Muhalefetteki Laike Şu Sözü Verir mi?
“Yüzyıllık Yalnızlık” romanı, Buendia ailesinin hikayesini anlatıyor.
Hikaye, hayali Macondo kasabasında geçiyor.
O aile, kasabanın kurucularıdır.
İç savaşın patlak vermesiyle muhafazakârlar iktidara gelirken, genel süreçler zalimleşiyor.
Sonrasında Aureliano, liberal isyancılara katılmak zorunda kalır.
Muhafazakâr yönetim, bir generali kasabanın sorumlusü olarak atar.
Yeni lider, geçmişteki bir dostudur.
O, liderlik öncesinde dağa gidip arkadaşıyla buluşarak “adaletli bir yöneticilik sergileyeceğini” duyurur.
Oğlumla Karşıt Taraflardasınız, Nasıl Arkadaş Olabilirsiniz?
Yönetici general kasabaya geldiğinde, Albay Buendia’nın annesiyle bir araya geliyor ve aralarında şu konuşma geçiyor:
- Muhafazakâr yönetici: Macondo geçmişte nasıl bir yerdi?
- Anne: Hiç taraf yoktu, korku nedir bilmiyorduk. İnsanlar evde istedikleri renge boyardı.
Anne, muhafazakâr yöneticilere sorar: “Siz oğlumla karşıt taraflardasınız, nasıl dost olabilirsiniz?”
Evet, Düşmanıza Daha Güçlü Ortak Bir Düşman Var
General, “Evet, biz düşmanız ama aynı zamanda yakın düşmanlarız. Çünkü ikimiz de biliyoruz ki sahip olduğumuz daha güçlü bir düşman var.”
Anne “Bu ortak düşman kim?” diye sorunca, muhafazakâr yönetici şu cevabı verir:
“Adaletsizlik…”
Anne de yanıtlar: “Adaletsizlik, menfaatlere göre değişir. Artık kelimelerin bir anlamı yok.”
Muhafazakâr general, cümlesini şöyle sonlandırır: “Bayan Ursula, oğlunuza saygı gösteriyorum. Macondo’ya da aynı saygıyı sunacağım.”
Yakın Düşman Meselesi
Bu kavrama kafam takıldı.
Umarım iktidardakiler ve muhalefettekiler de buna dikkat etmiştir.
İmamoğlu’nun Konuşması Esnasında O Cümleyi Hatırladım
Adalet…
Hepimizi koruma yükümlülüğü bulunan en temel kavramdır.
Son beş yıl boyunca üç kez seçilen büyükşehir başkanı haykırıyor.
Haksız mı? Bugün sokakta en az 100 kişiye sorun:
“Adalete güveniyor musun?”
Aldığınız yanıtı ben söylemeyeyim.
Son on yıl içinde yapılan tüm araştırmalar aynı sonuca işaret ediyor.
Her 100 vatandaşın neredeyse 70’i adalete güvenmediğini belirtiyor.
Ne Oluyor? İşte Budur
İmamoğlu konuşurken, İletişim Başkanı’nın açıklamaları bile birçok haber kanalında tek sıra halinde canlı yayınlanıyor. Ancak, 15 milyonluk bir kentin üç kez seçim kazanmış başkanının konuşmasına bir dakika bile tahsis edilmiyor.
Öte yandan, onun konuşmasının bitmesinin ardından açılan soruşturma, hemen hemen aynı cümlelerle tekrar gündeme getiriliyor.
Ne Oluyor? İşte Budur
Adaletin Siyasallaşması Tarihsel Bir Felaket Doğurdu
Fransız İhtilali’nin büyük idealleri, adaleti siyasallaştırarak herkesin giyotine gönderilmesine neden olan savcılar tarafından sona erdirildi.
Sovyetler Birliği’nde sosyalist inancı kamu yargısıyla yıkan Stalin zihniyetli hakimler tarafından kitlesel bir zulüm yaratıldı.
Günümüzde Putin rejimi, Navalni gibi muhaliflere ilişkin reelleşen yaklaşımlar sonucu dünya gözünde bir çöküş içerisinde.
Nurnberg Mahkemeleri, Nazi iktidarının otoritesi altındaki hakimlerle adaletsizliğin uluslararası trajedilere yol açtığını gözler önüne serdi.
Evet, bu toplumsal felaketlerin altında yatan şey adaletsizlikti.
Sonuç: Adaletsizliği ortak bir düşman olarak görmezsek, bunun sonu hüsran olur.
Adaletsizlik hepimizi çürütür.
Öncelikle, bu hakları savunan dürüst muhafazakârları etkiler.
Ocak Ayı Anketi Bunu Açıkça Gözler Önüne Serdi
Panaroma şirketinin ocak ayı anket sonuçları yer aldı.
Etrafımdaki birçok kişi, Suriye’deki Esad yönetiminin düşüşünün AKP’nin oylarını arttıracağına inanıyordu.
İktidar yanlısı medyanın oluşturduğu ortamda toplumun geniş kesimleri bu duyguya kapıldı.
Evet, bu durum ilk başta AKP’ye birkaç puan kazandırdı.
Ancak, o ay içerisinde bu kazanç eriyip gitti ve CHP ile eşit konuma geldi.
Aralık ayında AKP 4 puan fark atmıştı
Doğrudan tercih öncelikleri sorulduğunda sonuç şöyleydi:
- AKP %25.1
- CHP %21.7
Oy vermeyecek kişiler dağıtıldığı zaman sonuç:
- AKP %27.6
- CHP %23.9
Ocak ayındaki düşüş ise dikkat çekici
Doğrudan tercih öncelikleri sorulduğunda:
- AKP %21.9
- CHP %20.9
Oy vermeyeceklerden dağıtıldığında sonuç:
- AKP %25.1
- CHP %23.9
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Asıl Düşüş Erdoğan’ın Başarı Performansında
Daha çarpıcı bir veri ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarı performansı üzerinedir.
- Başarılı bulanlar: Kasımda %34.8, aralıkta %42.7 iken, ocak ayında tekrar %35.8’e gerilemiş.
- Başarısız bulanlar: Kasımda %50.8, aralıkta %50.3 olmuşken, ocak ayında %54’e fırlamıştır.
Bu durumda, Suriye meselesi veya Kürt açılımı artık Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’yi kurtaramıyor.
Seçilmiş yerel yöneticilere yönelik yapılan haksız uygulamalar, atanan kişilerin artan uhdesi, kibri ve keyfi yönetimleri, ülkenin önde gelen sanatçılarının garip gerekçelerle gözaltına alınması, tutuklanmaları, Gülben Ergen örneğinde olduğu gibi, güçlenmiş başkanlık sistemini Orta Doğu benzeri bir rejim görüntüsüne sokuyor.
Ertuğrul Özkök
8 Yıl Önceki Fotoğrafın Ardında 12 Eylül Hatıralarım Canlanıyor
2016 yılında Kolombiya’nın Cartagena şehrinde, Gabriel Garcia Marquez’in anıtına uğramıştım.
Kolombiya Milli Üniversitesi’nin La Merced Manastırı bahçesinde basit bir taşın altında yatıyordu.
Marquez, 2014 yılında Meksika’da hayata veda etmişti.
Külleri, gazeteciliğin merkezine yerleştirilen bu anıta nakledilmişti.
Manastır içerisinde, onun resminin olduğu odada bir süre oturmuş ve düşünceler içinde kalmıştım.
Onun kitabını ilk kez 1980’lerde, 12 Eylül döneminin tüm umutlarımı yok ettiği günlerde okumuştum.
Bu fantastik hikaye, beni 12 Eylül’ün sert gerçeklerinden uzaklaştırıp Macondo’nun büyülü evrenine götürmüştü.
Yüzyıllık Yalnızlık Romanının İlk Cümlesi Ne Anlatıyor?
“Yüzyıllık Yalnızlık”, sadece edebi değil, insanlık tarihindeki en değerli ortak miraslardan biridir.
Giriş cümlesi, Albert Camus’nün “Yabancı” ve Kafka’nın “Dönüşüm” isimli eserlerinden sonra en çok etkileyen cümledir.
Roman şöyle başlıyor:
“Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısında durduğunda, babasının onu buzu keşfede götürdüğü o uzak ikindiyi hatırlayacaktır.”
İdam mangasına götürülen bu hikaye bir kalıp buzla başlar.
İlginç bir şekilde, benim çocukluğumun hikayeleri de hep bir kalıp buzla başlar.
Bizim neslimizde, buz dolapları mevcut olmadığı günlerde bakkaldan bulduğumuz buz kalıplarını eve taşıyan çocukların masalları hep böyle başlar.
Bir buz kalıbını ince bir iple bağlayarak eve taşımak, pek kolay değildir.
Parmaklarınız kesilse de, onu taşırken kollarınızın donduğunu hissedersiniz.
Kim bilir, belki de Deniz Gezmişlerin hikayeleri de Latin Amerika devrimcisinin hikayesi gibi bir buz kalıbıyla başlamıştır.
O gün, o fotoğrafın önünde bu düşüncelere daldım.
12 Eylül Askeri Darbesi Dönemi ve Seçilmiş Sivillerin Yönetimi
1980’ler… 2020’ler…
Kırk yıl geçmiş.
Birincisi askeri darbe yaşanmışken, ikincisi seçimle işbaşına gelen sivil bir hükümet var.
Demek ki, 40 yıl boyunca her şeyimiz değişmiş.
Ama adaletsizlik dediğimiz buz kalıbı yine de yerde kalmış.
Diziyi bitirdikten sonra kitabı yeniden okumaya başladım.
Hemen ardından “Başkan Babanın Sonbaharı”nı okumayı hayal ediyorum.
Marquez’in formüle ettiği bu ortam “büyülü gerçekçilik” olarak adlandırılıyor.
Böylece devasa bir yaşam bu sürreal umutlar dünyasında şekillenmiş.
Sonuç itibarıyla, belki de hepimiz, Çetin Altan’ın kaleme aldığı cümlelerle bu fantastik hayata veda edeceğiz…
“Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…”
“Marmara Denizi’ni kurtarmak için 1 milyar dolar gerekiyor” – Prof. Dr. Bayram Öztürk anlatıyor
|
“`